Kilometre Taşı: Stiletto | İstanbul Moda Akademisi
 

İMA'da Yaşam

 

Kilometre Taşı: Stiletto

Topuklu ayakkabının soyu Marie Antoinette’in saraylarına dayanadursun, merceğimizdeki stilettolar daha yakın bir tarihin gözbebeği: Evet, şu sıralar da sezonun mercek altına aldığı erken dönem 90’ların. Oversize grunge kıyafetlerin feminen bilincine yaklaştığı yıllarda, çuvalımsı siluetlere eşlik etmesi gereken yüksek topuklara ihtiyaç belirdi. Lastik topuklu Mary Jane’ler altın çağını yaşarken, tüm bu hantallığa cevap uzun zamandır ayakkabı dünyasında olan Manolo Blahnik’ten geldi. 70’lerden beri ayakkabı dünyasının tam ortasında var olup, jet setlerin aralarında saklamayı tercih ettikleri bir sır olarak kalan Blahnik, ağırlığı neredeyse olmayan tasarımlarıyla 90’ların ortasına bomba gibi düştü. Takvimler 1992’yi gösterirken, Marc Jacobs podyuma hala Doc Martens’vari ayakkabılar yolluyor, Madonna ise Manolo ayakkabıların en az seks kadar iyi olduğunu iddia ediyordu. (Tarafınızı seçiniz) Milenyum çanları çalmadan gökdelen yüksekliğinde ökçeler ve dar mini etekler şehvet ve dişiliğin sembolü olmuştu. Tabii Chanel öncesi korselerin verdiği acının şekil ve yer değiştirişi Helmut Newton haricinde kimsenin merceğine takılmamıştı henüz. Fotoğrafçı, Najda Auermann’ı kamera karşısında ağırladığı çalışmasında yüksek topukların abartılı sonuçlarını inceliyordu. Sonuçlarından bağımsız Karl Lagerfeld’in Chanel’i devraldığı yıllara gelindiğinde tüm kadınlar stiletto aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Ve milenyumun eşiğinde atılan çığlıklar artık Gucci, Prada, Fendi, Christian Louboutin ve Jimmy Choo arasında bölüşülüyordu. Tabii tam bu noktada TV fenomeni Sex And The City’de her koşulda stilletoları üzerinde koşturmayı başaran, namı diğer post-feminist Carrie Bradshaw’a da hakkını vermek gerekir. Ve tabii artık yeri kadın gardıroplarının baş köşesi olan stilettoların da lüksün yeni tanımı olduğunu kabullenmek. (Birkaç sezonluğuna verdiğimiz sneaker molasını maruz görünüz.)