
Grace Kelly, Elizabeth Taylor, Jackie Kennedy, Wallis Simpson ve Audrey Hepburn’ün ortak noktası nedir? Akla gelen ilk cevaplardan biri mutlaka Givenchy’le olan karşılıklı hayranlık bağı olmalı. 50 yıldan fazladır Parisian chic tanımın moda dilindeki tercümesi Givenchy, 20. yüzyılın en arzulanan markası olmanın yanında en arzulanan tasarımcılarının da yuvası olma sıfatını taşıyor. Bakınız; John Galliano, Alexander McQueen ve tabii ki Ricardo Tisci. Tüm bu methiyelerin ardında da kuşkusuz şimdilerde moda dünyasından emekli Hubert de Givenchy duruyor.
1927’de Beauvais’de aristokrat bir aileye doğan Hubert James Taffin de Givenchy, belki de 3 sene sonra babasını kaybedip anaerkil bir ortamda yaşamasının etkisiyle kumaşlarla olan ilişkisine genç yaşlarda start veriyor. Ve tabii ki her deha gibi o da içindeki star ışığını takip edip 17 yaşında evden ayrılıyor. Pusula Paris’i, hedef ise güzel sanatları gösteriyor. Ecole des Beaux-Art’taki eğitimin ardından 1945’te Jacques Fath’in çırağı olarak moda dünyasına resmi adımını atan Hubert, couture’ün tüm inceliklerini öğrenip rotasını daha da ileriye çeviriyor. Haritada sırasıyla Robert Piguet, Lucien Lelong ve Elsa Schiaparelli var. İlginçtir ki tasarımcının kıyafetlerinden önce iki metreye yaklaşan boyu Paris kulislerinde konuşulmaya başlıyor…
1952’de kendi couture markasını kuran Givenchy, Bettina Graziani’yi ilham perisi ilan edip, La Maison de Givenchy’de ilk tasarımlarından birini modele adıyor. Ve markanın ilk ikonik tasarımlarından biri olan Bettina Blouse moda tarihi kitaplarındaki yerini rezerve ediyor. İki yıl sonra Givenchy, lüksü rtw ile buluşturan ilk tasarımcı sıfatını da avangart moda hayatına ekliyor. (Ardından couture’ü tamamıyla sarsacak ve hazır giyimle sınırlarını tamamen eritecek Yves Saint Laurent’a kadar bu iki janr yollarına ayrı kulvarlarda devam ediyorlar.)
1953’te bir film prodüksiyonu vesilesiyle tanışan Audrey Hepburn ve Givenchy ardından gelecek 40 senelik arkadaşlıklarını bir ilham-yaratım sürecine çevirip modanın ‘ayrı düşünülemez’ ikililerinden oldular. Breakfast at Tiffany’s’teki siyah küçük elbise için bu dostluğa teşekkürlerinizi iletebilirsiniz. Tarihler 1957’yi gösterdiğinde Givenchy devrimleri hız kesmeden yoluna devam ediyor… Sıradaki atılım kadınlara daha çok bacak dekoltesi vermelerini salık veriyordu. Ve yine aynı yıl Givenchy kadınlara nasıl kokmaları gerektiğine dair bir alternatif de sunmuştu: L’interdit. Tabii ki işin içine Audrey’i de sokan Givenchy, bu kez kozmetik dünyasını sarsmış ve ilk defa bir ünlüyü parfüm yüzü olarak kullanmıştı.
1973’te erkek giyimine de el atan Hubert, 1988 yılında markasını LVMH’ye satıp 1995’te modaevinden emekliye ayrıldı. Ve tahtını sektörün en inovatif isimlerine bıraktı. Paris’in çeperlerindeki evinde moda sahnesinden uzakta yaşayan Hubert sektörle ilgili en son yorumunu ise Kate Middleton’ın eski Givenchy kreatif direktörlerinden Alexander McQueen’in modaevine ait gelinliği için yaptı: “Çok zarif bir düşünce ve kesinlikle çok güzel bir anma şekli.”