
Modanın alternatif dallarında geçtiğimiz haftalarda moda PR’ını sayfamıza taşımış, sektörü enine boyuna ele almıştık. Rol modellerden sektöre nasıl adım atabileceğinize giden serinin son bölümünde, L’appart Paris’in İstanbul ayağıyla moda PR’ı dünyasının başarılı isimlerinden Feride Tansuğ konuğumuz oluyor. Ve moda PR’ının yerel, global hallerini yorumluyor.
L’appart PR’i kurma fikri nasil gelisti?
Önce Fransa’da, sonra da Türkiye’de moda sektöründe gerek satın alma, gerekse pazarlama ve uluslararası satış anlamında edindiğim deneyimler bu alandaki boşluğu net bir biçimde görmemi sağladı. Özellikle showroom sistemi, dünyanın belli başlı moda başkentlerinde yaygın olarak kullanılan ve hem marka hem de basın tarafından avantajlı bir sistem. Öte yandan moda kendi dinamikleri olan bir alan ve yalnızca bu alanda iletişim hizmeti sunarak esnek bir çözüm ortaklığı sunulabiliyor. Ben de tüm bu öğeleri bir araya getirerek, Paris’te uzun yıllardır bu konsepti başarılı bir biçimde yürüten L’Appart PR’ın İstanbul şubesini açmak için ortağım Marck Ronzier ile çalışmalara başladım ve 2008 yılının Şubat ayında L’Appart PR İstanbul kapılarını açtı.
Önceki eğitiminizin şimdiki işinizde nasıl etkileri oldu?
Farklı bir alanda eğitim almak ve iş deneyimi kazanmak insana farklı bir bakış açısı sağlıyor, bunun da yalnızca moda için değil, tüm sektörler için avantaj olduğunu düşünüyorum. Dünya Bankası’ndan dünyanın önde gelen çok uluslu şirketlerine farklı sektörlerde iş deneyimi edindim ve böylelikle modayı tüm boyutlarıyla bir iş modeli olarak değerlendirmeyi yolun en başında öğrendim.
Türkiye’de moda PR’ı algısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de tabiri caizse “modanın moda olması”, elbette moda PR’ı alanının da hızlı bir biçimde gelişmesini sağladı. L’Appart’ın ilk yıllarında özellikle Türk markalar showroom konseptine şüpheyle yaklaşıyorlar, tasarımcılara mesafeli bir duruş sergiliyorlar ve PR anlamında daha muhafazakar davranıyorlardı. Bugün tüm dünyada çok başarılı örneklerini gördüğümüz tasarımcı marka işbirlikleri Türkiye’de de örnek PR çalışmaları ile tanıtılıyor, markalar uluslararası moda takviminin sınırları içinde yeni sezon koleksiyonlarını basın mensuplarına sunuyor, sosyal medya ve dijital projeler moda alanına damgasını vuruyor. Kısacası Türkiye’de moda PR’ı algısı belki geç yerleşti ama ilerlemesi çok hızlı oldu.
Başladığınız günden itibaren Türkiye’nin moda PR’ı sahnesinde ne gibi değişimler yaşandı?
PR ajansları da moda alanında uzmanlaşmaya başladılar. Artık üniversiteler moda PR’ı seminerleri düzenlenmeye, moda okulları programlarında moda PR’ı konusuna yer veriyorlar. Tüm bu eğitim ve programlara gösterilen ilgi de moda PR’ına ilginin bir kanıtı. Artık markalar da daha bilinçli, bu da sektörün kendisini sürekli geliştirmesini zorunlu kılıyor. Moda alanında uzmanlaşmış PR ve danışmanlık şirketleri artıyor.
Malum artık her sektörün PR’a ihtiyaç duyduğu su götürmez. Moda PR’ı bu çerçevede diğerlerinden nasıl ayrılıyor?
Modayı ve trendleri, uluslararası moda ajandasını ve sektörün son yeniliklerini takip etmek ve bu global vizyonu yerele adapte edebilmek başarının anahtarı.
PR gurularından Tim Bell “Reklamcılık kontrol edilebilir bir şey, PR kesinlikle değil.” diyor. Katılıyor musunuz?
Doğru noktaları olsa da reklamın da, PR’ın da dijitale taşındığı günümüzde reklamcılığın da artık çok kontrol edilebilir olmadığını düşünüyorum, hem PR hem de reklamcılıkta doğru iletişim artık hiç olmadığı kadar önemli.
Ekibinizi kurarken nelere dikkat edersiniz?
Uluslararası bir vizyon, en az bir yabancı dili çok iyi kullanabilme, kendini geliştirme arzusu, yalnızca modayı değil güncel trendleri ve popüler kültürü de yakından takip etme, ekip çalışmasından zevk alma aradığımız özelliklerden.
Şu ana kadar karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?
L’Appart’ı kurduğum sene en zor zamanlarımdı çünkü showroom anlayışını tanıtıp anlatmak, avantajlarını göstermek için çok caba sarf ettim. Her showroom’umuza gelen dükkânınız hayırlı olsun diye cümleye başlıyordu o zamanlarda.
Rutin bir gününüz nasıl geçiyor?
Sosyalleşerek geçiyor diyebilirim. Geçen gün hesapladım ortalama günde on ila on beş farklı kişiyle görüşmeler yapıyorum. Sabah saatleri güne erken başlayıp maillerime ve mesajlarıma geri dönüyorum. Toplantılarıma başlamadan önce ekibimle kısa görüşmeler yapıyorum, günü ve haftayı planlıyoruz. Her gün en az bir toplantım oluyor, genelde markalarımızla veya tasarımcılarımızla bir toplantım, diğer taraftan da basın mensuplarıyla görüşmelerim oluyor.
Bu sektörde kariyer yapmak isteyenlere nasıl tavsiyeleriniz olur?
Belki tekrar etmek olacak ama, uluslararası ölçekte modayı takip etsinler, 360 derece düşünme yeteneği moda sektöründe olmazsa olmaz. Mümkünse hem marka tarafında, hem basın tarafında deneyim kazanmaya çalışsınlar, modanın farklı aktörlerinin gözünden sektöre bakabilmenin artısını ilerde hissedecekler.