
Fırtına öncesi sessizlik New York dolaylarında fırtına öncesi fırtınayla yer değiştirdi, hız kesmeyen rüzgarlar hali hazırda savrulan kreatif direktörleri bir çatı altında topladı ve ilk resmi duyurularından itibaren heyecanla beklenen koleksiyonlar nihayet izleyicisine kavuştu. 11 gün boyunca ilhamlarına ortak olduğumuz tasarımcılardan öne çıkanlar retrospektifine göz atıp Londra öncesi hafızanızı taze tutabilirsiniz.
Skandal kreatif direktör atamalarının arasında sessizce koltuk değiştiren Stuard Vevers, Loewe çatısı altında ürettiği ‘it bag’leri Coach’a taşımak için kolları sıvamıştı. Aksesuar konusunda şüpheye yer bırakmayan tasarımcı markanın tekstil kısmı içim üretmek söz konusu olduğunda kafalarda biraz soru işaretlerine sebebiyet vermişti. 6 Şubat itibariyle tüm soru işaretlerini beğeni nidalarına çeviren tasarımcı erişilebilir tasarımlarıyla eleştirmenlerden de geçer notu aldı. Koleksiyonunda başrolde olan jean ceketler, süet ve deriler ve kalıplar markanın Amerikan kimliğiyle %100 uyum sağlarken tasarımcının markaya getireceği satır altı dinamizmin de habercisiydi.
Haftanın en yoğun tasarımcılarından biri kuşkusuz Jason Wu’ydu. Hem kendi adı altındaki markası hem de Hugo Boss için tasarımlarını izleyiciyle buluşturan Wu’nun ajandasında önce kendi markasının şovu vardı. Yeni kimliğinin etkisi kendi markasına da yansıyan Wu’nun tasarımları sezonun sportif akımını da ardına alarak ilerleme kaydetmişti. Agresif kadınsılığıyla ön planda olan tasarımlarını yumuşatan Jason şovunun açılışını da Adriana Lima’yla yaptı.
Son birkaç sezondur Saks, Neiman Marcus ve Barneys’in en çok satan markalarından Helmut Lang, 8 Şubat itibariyle önümüzdeki sezon da bu sıfatı kimseye kaptırmayacağının görsel kanıtlarını sundu. İlkbahar-Yaz sezonunun düz çizgilerini ve düz tabanlarını Sonbahara da taşıyan koleksiyonun en belirgin özelliklerinden bir diğeri de tüm tasarımlara hakim olan tazelik hissiydi. 4 renkten oluşan renk paletinde basic parçalar ve minimal tasarım tutkunu müşterilere hitap edecek tasarımlar ön plandaydı.
Aynı günün ilerleyen saatlerinde geçtiğimiz sezon ilhamını Marilyn Monroe’dan alıp klişelerin tuzağına düşmeden sunduğu koleksiyonla hayranlığımızı kazanan Prabal Gurung vardı. Bu kez Marilyn’le vedalaşmış, 1950’leri geride bırakmış , yeni bir yolculukla çıkmıştı tasarımcı karşımıza. Tasarım estetiğinin her anında varlığını gösteren Nepal bu kez kumandayı ele geçirmişti. Tabii ki sezonun dominant trendi sportif yansımaları da çantasına atan tasarımcı (Prabal ne kadar sportif olabilirse), Tibet sınırlarında dolaşmış New York’a vardığında yine kendine hayran bırakacak bir koleksiyona imza atmıştı.
9 Şubat, New York’u ve moda estetiğini en iyi yansıtan isimlerden biri, Tibi’yle Amy Smilovic’in tasarımlarına ev sahipliği yaptı. Upper East Side kızını ilham tablosundan eksik etmeyen tasarımcı bu kez soğuk New York iklimini de masaya yatırmış, olabildiğince sıcak bir koleksiyonla karşımıza çıkmıştı. Tibi’nin modern kodlarının bir bir okunduğu şovda en beklenmeyen vuruşu Amiş-vari şapkalarla yaptı tasarımcı.
Cumartesi’nin merakla beklenen bir diğer ismi Alexander Wang defilesi için Nicole Phelps “İnanılmaz soğuk bir akşamda Brooklyn’e sürükleniyorsak izleyeceğimiz şeyin inanılmaz iyi olması ve yaşadıklarımıza değmesi gerekiyordu” diyor. Fakat defile başlayınca her şey açıklığa kavuşuyor. Ekstrem durumlardan ilham alan Alexander, koleksiyonunu sert doğa koşullarına göre programlamış. Moda dünyasının sert ikliminde hayatta kalmak için yegane ihtiyaç olan harika bir ceket ve üzerinde yürüyebileceğiniz topuklular olduğundan Wang’in defilesinin ana hatlarını çizmekte zorlanmayacaksınız.
Dao-Yi Chow ve Maxwell Osborne’un markası Public School geçtiğimiz sezondan beri en çok konuşulan markalar arasında kendine haklı bir yer bulmayı başardı. Moda dünyasında hızlı inişinin akabinde New York Fashion Week’te 9 Şubat’ta büyük kardeşlerinin yanında podyumda yürüdü. CFDA/Vogue Fashion Fund’dan kazandıkları 300.000 dolarla finansal desteği de başarı denklemlerine ekleyen ikili Sonbahar sezonu için renk paletinde siyaha odaklanmayı tercih etmişti.
Sezonun ilhamını Patagonya’da yakalayan Thakoon Panichgul kuşkusuz New York’un en renkli isimlerinden biriydi. İlkbahar-Yaz sezonunu ele geçiren çiçekler Sonbahar sezonunda Thakoon’un kumaş detaylarının peşini bırakmamıştı. Dik yakaların ve katmanların başrolde olduğu koleksiyonda tasarımcı azami miktarda göz oyunlarına da yer vermişti. (İki parça gibi görünen ama tek parça olan elbiseler gibi.) Fuşya, kobalt mavisi ve turuncu renk paletiyle tüm moda haftasının renklerini yanında sönük bırakan Thakoon kış sezonu griliğini rafa kaldırmış görünüyor.
Yakın zaman önce Silikon Vadisin’e de giren Opening Ceremony çok yakında giyilebilir teknoloji alanında yaptığı atılımlarla karşımıza çıkacak fakat henüz takvimler 10 Şubat 2014 tarihini göstermekteyken geleneksel giyilebilirlerle yoluna devam ediyor Carol ve Humberto. Antwerb’i ilamlarının baş köşesine oturtan ikili koleksiyonunu grafik formlarla tamamlıyor. Denkleme azami miktarda asimetrinin eklenmesi yazıda karmaşaya sebebiyet verse de Carol ve Humberto’nun ellerinde mucizevi minimalist bir görsellik ortaya çıkıyor.
Mırıldanmaya başlayın: ‘Sous le ciel de Paris…’ devam etmeden Paris kısmını Philip Lim’le değiştirin. Çünkü bu sezon marka ilhamını açığa vuruyor ve güneşi (soleil) selamlıyor. Yazdan kalma bir ruhla tasarlayan Philip, önümüzdeki sezon için soğuk kış havalarına eğlence bahşediyor. Lavanta ve patlıcan morunu renk paletine ekleyen marka dantel detaylı botları ve geniş kesimli trenchcoat’ları gelecek sezonun olmazsa olmazları listesine üst sıralardan sokacak gibi görünüyor.
Masion Martin Margiela’nın deneyselliğini törpülediği markası MM6 bir New York’lunun isteyebileceği her şeyi vadediyordu. (Bu durumda geriye kalan tüm metropollerin de istek listesini tatmin etmesi su götürmez.) Şehirli, kullanışlı ve yüzünü gerektiği kadar geleceğe dönen kolkeksiyon sunumuna Kanadalı şarkıcı Sean Nicholas Savage da keyboard’uyla eşlik ediyordu. Minimal çizgilerin yanında kağıttan şortlar, balonlu ambalaj naylonundan tişörtler de barından koleksiyonun tamamını gördükten sonra düşünüp sindirmek için kendinize biraz vakit tanıyabilirsiniz. Deneyselliği törpülemek mi demiştik?
7
Tasarım estetiğinin olmazsa olmazları arasında sportif yansımalar olan Jeremy Scott bu sezonun en belirgin trendine kuşkusuz en hakim olan tasarımcılardan. Sonbahar için soyunma odalarından aldığı ilhamla formaları tüylü kumaşla birleştiren tasarımcı işi ne kadar ileri götürebileceğinin sinyallerini de (henüz anlayamayanlara) açıktan açığa veriyor. Moschino için hazırda bekleyin.
Üzerinden uzun zaman geçmiş ve Jason Wu’nun Hugo Boss kreatif direktörlüğüne geçmiş olduğunu sindirmiş olsak da zaman zaman boşluğa düşmek olası bir refleks. Zira Jason marka için ilk akla gelen isim olmasa gerek… Tasarımcının kendisi de Alman markayla güçlerini birleştirmeden önce kendi estetiğini sorguladığını açık açık belirtmişti. Erkek giyim ustalarından Hugo Boss tarafından baktığımızdaysa kadın giyim sektöründe yaratmak istedikleri bomba etkisini tetiklemek için hedefi 12’den vuran bir başlangıç. İkilinin birleşimiyse doğal bir renk paleti ve minimal kesimler halinde şekillenen tasarımlar olarak tercümesini buldu.
Tarihler 13 Şubat’ı gösterdiğinde sona yaklaşan New York Moda Haftası’nın trend kodları su yüzüne çıkmaya, büyük resim yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Francisco Costa’nın Calvin Klein Collection sunumu bulanıklığı netleştiren defilelerden biri oldu. Sweater elbiseleri gelecek sezon için istiflemeye başlayabilirsiniz. Sade estetiğini hacimli tasarımlarla destekleyen koleksiyonda kalıplaşmış Calvin Klein kodlarını kırıyor Costa ve tasarımların büyük çoğunluğunu örgü kullanarak gerçekleştiriyor.
Kapanış günü şovlarından en heyecanla bekleneni kuşkusuz Marc Jacobs’a aitti. Kendi markasına odaklanmak istemiyle bıraktığı Louis Vuitton kreatif direktörlüğünün ardından ilk kez görücüye çıkan koleksiyonu Marc’ın neden Louis Vuitton’u bıraktığını yeterince açıklıyor. Yine tam zamanlı bir New Yorker olan Jacobs sert ve agresif olan ne varsa törpülemiş ve fırtına sonrası bir sessizlik resmi çizmiş. Tüm düzlüklerine rağmen minimalizmden uzakta olan tasarımlar, şovun ortalarında doğru kendini 1960’lara teslim etmiş.