
Moda kavramının bir yandan eskidiğinin bir yandan da ne denli büyük bir endüstriye dahil bir kavram olduğunun daha iyi anlaşıldığı garip zamanlar yaşıyoruz.
Kendi adıma modanın birkaç süslü kızın hobisi olmaktan çıkıp gerçek bir hayat kazanma biçimi olarak kabul görmesinden çok memnunum.
Düne kadar çoğu erkeğin ve ‘ciddi’ kadınların hafife aldığı bir haldi, modayı sevmek… Kıyafetlerden, aksesuarlardan, kumaşlardan bahsetmek, konuşacak konusu olmayanların (kadınların) derdi sayılıp küçümsenirdi.
Yeri gelmişken minnetle anmak isteğim bir eser var. ‘Şeytan Prada Giyer’ adlı çok izlenen filmde benzer tavır içindeki ukala asistanını azarlayan dergi editörü rolünde Meryl Streep harikalar yaratır. Sayesinde gerçek bir endüstriden bahsedildiğini (nihayet!) anlayan çok insan tanıyorum.
Anti-moda tavır kapsamındaki ‘son moda’ ise marka kavramıyla didişmek. ‘Marka’ giyinmediğini üstüne basa basa söyleyenler genelde büyük cadde markalarından alışveriş ettiklerini böbürlenerek belirtirler. Sanki bu saydıklarım marka kapsamına girmezmiş gibi! Bana göre eleştirecek bir şey varsa; başkalarını ‘yeni’ eşyalarıyla etkilemek isteyerek alışveriş yapmaktır. Ki parçası olduğum moda basını endüstrisinde bu durum salgın gibi yaşanıyor. Moda kurbanı diye anılanlar işte bu refleksle giyindiğini bizim ilk bakışta algıladıklarımızdır.
Bence önemli olan, pahalı ya da ucuza alındığının önemi olmaksızın kıyafeti ‘kendinin’ kılarak giyebilmektir. Ve inanın, tarzı olan ve modayı işi olduğundan değil kendi keyfi için takip eden kadınların hiçbiri gardırop dolusu kıyafete sahip değildir. Seçimlerini daha lüks markalardan yapmalarının altında daha uzun ömürlü, daha iyi kalıplı ve daha kaliteli malzemeden kıyafetleri tepe tepe giymek istemeleri yatmaktadır. Bir de kısaca ‘güzel’ şeyleri seven insanlar var. Her türlü alışverişi yaparken, ihtiyacı giderirken tek derdi ‘güzel’ bir şeye sahip olmak olan… Lütfen ‘bizleri’ anlayınız ve anlayışla yaklaşınız..!
Konuk Editör: Ferhan İstanbullu